Meraklısı bilir. Sac kavurmalı yumurta, güveçte peynir cenneti tabakları ile kahvaltı sofraları, kalaylı bakır kupalarla gelen yayık ayranı, meraklısı için, incecik lahmacun lezzeti, ayvalı kebap, lavaş ekmek, kaburga dolması, küleklerle bal... Bunların peşinde değiliz. Kâbil’de 16 yıl önce savaş muhabirliği günlerimizde zevkle seçtiğimiz Afgan pilavı denilen, üzümlü, fıstıklı, ince dilimlenmiş havuçlarla pembeleşen pirinçleriyle içli ya da cömert tereyağlı bulgur lengeri de değil aradığımız sofra. Yeşil marul yaprağında limona doygun dürüm lezzetli, içkin köfte türevleriyle varsıl Diyarbakır’da, Urfa ile yarışan sıra geceleri de değil hedefimiz. Öte yanda ‘kibritsiz kandil yakan zalim yar’da, ergen gelin düğünleri de yok hedefimizde. Geriye ne kaldı? Güz olsa bile, gönül gözü tok üç beş kafadar.
Güllü Sokak’tan çıktık yola. Şarıldayan limonla kıvam bulan, Güzel İş Lokantası’nda tülbentle esrimiş mercimek aşı yeter, artar bile. Surları korunaklı şemsiye altında gül projeleri yankıları da var kulaklarımızda.
Her mevsim açık güllerle Otel Gül, Gül Oteli, Güllü Sokak’taki öteki otelleri geçtik. Manav sokak, sonra Gazi Caddesi gelir. Fakat durun hemen yürümeyin! Manav sokak labirent gibi döner. Telgrafhane sokak yakın. Yaş otuz beş yolun yarısı diye, ruhunu yakan C. Sıtkı Tarancı orada. Ruh eşi olan müze sizi yanık bir Anadolu bozlağı gibi melankolik bir havaya sokar. Doğum ölüm ikilemi ile çıktınız müzeden. Hasretten pranga eskiten şiiriyle Ahmed Arif Müzesi de orada.
Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi
GAZİ CADDESİ GEZİ CADDESİ
Yorulmadan üç adım atın. Ulu Cami - Camii Kebir karşınıza gelir, yürüyün. Bu çevre, konaklar, temelleriyle farklı çağların altında kalan saraylar, sonuç olarak Camiikebir Mahallesi’dir. O da hemen karşıda Dabanoğlu Mahallesi’nde kayıtlı olan Hasan Paşa Hanı gibi, Gazi Caddesi’ne açılır.
Diyarbakır’a da postu seren Evliya Çelebi’nin de kaldığı Hasan Paşa Hanı özenle gezilmelidir. Üzerinde, bir çerçeveye alınmış Küfi yazılı Batı Kapı, içe dönük eyvan (sundurma), tılsımlı bir estetikle zamana karşı durmakta. Basık kemerli kapıdan geçin. Beşik tonozlu avluya açılan bir geçit öne çıkacak. Avlunun ortasında altı sütunlu, şadırvan karşınızda duruyor şimdi. Alt kat odaları sivri kemerlerle avluya açılır. Revaklar revak değil beşik tonozlu büyücülükle orayı örtünmüş.
Hasan Paşa Hanı
Gezgin sanatı tutkunlarına bu ilk izlenim yeter. Diyarbakır’da Gazi Caddesi, gezi caddesidir. Sonuna dek yürüyün. Gazi Caddesi’ni eski Mardin Yolu’na kadar sakin bir yürüyüşle sürdürün.
Ayn Minare Camii ile Keldani ve Surp Sargis kiliseleri de karşınıza çıkar. ‘Dinler arası barış tedavülde’dir. Dilediğinizi seçin. Ayva mevsiminde Küfi yazısı ile Surları ünlü Diyarbakır’da güz değil, gül vakti diye çıktık yola, Ayn Minareli Camii geldi. Burada Türk kahvesi içeceğiz.
Surp Giragos Kilisesi yakındır. Bir yanda, 35 bin takipçisini yüzyıl başında yitirdiği için çöken ve Ermeni Vakfı ve Büyükkent Belediyesince onarılan en büyük Ortadoğu kilisesi. Moskova’da imal yüz kiloluk bronz çan sesleriyle kilise kutsanmış ve açılmış. Öte yanda kibritsiz kandil yakan yar: “Diyarbekir şad akar hele yar zalim yar. Urfa Mardin’e bakar kız severem ben seni. Diyarbekir kızları hele yar zalim yar, fitilsiz kandil yakar...” Cemil Cankat’ın ezgisi de var burada. Gönül gözü tok üç beş gezgin, şimdi buraya dek yaptığımız bu kısa fakat zevkli güz gezisine bir Türk kahvesi ile ara verelim, kallavi fincanların telvesinde kahve falı açalım. Yaşayan kent hangi ölçütle betimlenebilir? Tek tek çocuklar, kadınlar, gençler, evler, araçlar, tarih ve şalvar ve çarşaf gibi giyitler ve olgularla betimlenebilir mi kent? Önceleri Dikranagerd, (Grekçe Tigranocerta) sonraları Tigranakert olan Diyarbakır; bakır diyarı diye çeviriyle yetinebilir mi?
Diyarbakır Kalesi
Böyle olsa bile Bakır, Demir, Tunç çağları ile bu kente yaklaşmak biraz tarih felsefesi gerektirir. Abdullatif Bey, kaldığım Gül Otel resepsiyon görevlisi, “Burası aslında Ermeni kenti” diyor. “Bu dönemde burada saklı kalmış Ermenilerden ortaya çıkanlar oldu mu?”diye sordum. “Evet” dedi. “Bir Ermeni kilisesinin açılışı da oldu. Yurtdışından Ermeniler bu açılışa geldiler, otelimizde kalanlar oldu. İşte şurada bizim mahallemiz, şurada evimiz vardı” diye konuşuyorlardı. Böylesine zorunlu nüfus hareketi ‘tehcir’le (zorunlu göç) boşalan Diyarbakır, yeniden doluyormuş şimdi.
Abdullatif Bey genç, dinamik, Türkçesi güzel. Buradaki son durumu betimliyor. “Burada ekonomi nasıl? Uçaktan çok planlı uydu kentler göründü. Bu evleri alacak ekonomi var mı” diye sordum. Kendisine, söylediklerini yazacağımı da belirttim bu arada. ‘“Evet, o evler çok pahalı. Geçen yıl tarım mahsulleri iyi para getirdi. Köylüler o evleri satın alıyorlar.” Ara vermeden, “Evet, her şey konuşulmalı ve yazılmalı” dedi. Bu kente yukarıdan baktığımızda, planlı caddeler ve bahçelerle uydu kentler görüyoruz. Bir kente, merkezdeki caddelerden baktığımızda ne göreceğiz?
Gazi Caddesi
CIVIL CIVIL ÇOCUKLAR
Mayıs ayında, kaldırımda beştaş oynayarak, bahçelerinden getirdikleri dut sepetlerinin satışını bekleyen sevimli çocukları göreceğiz. Kasımda yine aynı çocuklar, kendi bahçelerinden getirdikleri dolu dolu ayva, ceviz sepetleriyle kar yağmadan önce güz esintisi altında oradadır. Her yerde gördüğümüz renkli, cıvıl cıvıl çocuklar cep harçlıklarını çıkaracak, okul defterleri ve ilerde ‘gerçeğin vicdanı’ olmak için kalem alacak, güzde üşüyen parmaklarıyla. Belki de ablalarının giydikleri modern bir blucin görmüşlerdir vitrinde. Her yerde birbirlerine benzeyen cıvıl cıvıl çocuklar. Ulus olmadan önce, insan olmanın; ortak insan tarihinin renk renk kalıtlarıdır! Çocuklar. Geçen çocuklara bakıp onların evrensel ortak payda altındaki devinimlerini unutmadan, aynı minare altındaki kahvede, üç beş kafadar kahvemizi yudumluyoruz. Ayva sergilerine baka baka, kar yağmadan, güz yeliyle geriye dönüp, Güzel İş Lokantası’nda bizleri bekleyen mercimek çorbasına hazırlanıyoruz. Kalkan balığı diye anılan kalesiyle gururlu Diyarbakır. Anlat anlat sona ermez...
***Kaynak:https://www.canlihaber.com/diyarbakirda-gezilecek-yerler-diyarbakir-tarihi-ve-turistik-yerler-19744h.htm